TARİHİ SİNOP CEZAEVİ

Kayıt
4 Ocak 2012
Mesajlar
2.130
Beğeniler
1
Şehir
eskişehir
#1
Bağlantıları görmek için üye girişi yapmalısınız.


tarihi sinop cezaevini şöyle bir gezelim.

muhammed hilmi yılmaz a teşekkürler
 
Kayıt
4 Ocak 2012
Mesajlar
2.130
Beğeniler
1
Şehir
eskişehir
#2
Tarihî Sinop Kapalı Cezaevi, bir dönem "Anadolu'nun Alkatrazı" tabiri ile de tanınan ve 1999 yılında kapatılarak müzeye çevrilen cezaevidir. Tarihi eskilere dayanan yapı, şiirlere, şarkılara konu olmuştur.
Üç yanı deniz olan ve tarihi kale duvarlarının içersinde yer alan cezaevine ev sahipliği yapan kale yaklaşık 4000 yıl önce bölgenin hakimi Gaskalılar tarafından yapılmıştır. Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar kendi dönemlerinde kaleyi korumuş ve güçlendirmişlerdir. Kalenin cezaevi olarak kullanımına ait en eski belgeler ise 1568 yılına dayanmaktadır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde bu zindandan şöyle bahsetmiştir;
"Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar."

İç kalenin resmi olarak zindana dönüşmesi ise 1887 yılında olmuştur. O dönem Sinop Mutasarrıfı Veysel Paşa yeni binalarla birlikte bir de hamam eklemiştir. 1939 yılında da Çocuk hapisanesi olarak kullanılmak üzere bir bina daha yapılmıştır.
Kırım Hanı Devlet Giray, Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi Kuran, Ruhi Su, Burhan Felek, Zekeriya Sertel bu cezaevinde yatmış bazı isimlerdir. Cezaevini anlatan şiirler Sabahattin Ali'nin kaleminden de çıkmış ve bunlardan "Aldırma Gönül" popüler olmuştur.
 
Kayıt
4 Ocak 2012
Mesajlar
2.130
Beğeniler
1
Şehir
eskişehir
#5
ve meşhur aldırma gönül

Sebahattin Ali : 26 Aralık 1932 - 29 Ekim 1933 yılları arasında önce Konya sonra Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kaldı. Edip Akbayram'ın söylediği Aldırma Gönül şarkısının sözlerini burada yazmıştır.

Aldırma Gönül

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allaha
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül, aldırma
Sabahattin Ali
 
Kayıt
20 Mart 2012
Mesajlar
151
Beğeniler
0
#6
(Abla; senin verdiğin Linkleri açıyorum Buraya Resimler eşliğinde ;))

Sinop Tarihi Cezaevi ve Ünlü Mahkumları


Sinop İli, Merkez, Kaleyazısı Mahallesi, Cumhuriyet Sokağıında hazineye ait 1 pafta, 59 ada, 54 parsel no. lu ve 10247.74 m2. Yüzölçümlü tarihi Bölge Kapalı Cezaevi ve Çocuk Islahevi, Sinop kalesinin güney batı ucunda kalan iç kale içinde yer almaktadır. Cezaevi 06 Aralık 1997 tarihinde boşaltılmış ve 02 Ağustos 1999 tarihinde Kültür Bakanlığı'na tahsis edilmiştir.



Sinop Kaleleri ilk defa M.Ö. 2000'de yaşayan yerli kavim Gaşkalılar zamanında kurulmuş, Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklular ve Osmanlılar devrinde büyütülerek onarılmıştır. Iç Kale adi verilen hapishanenin bulunduğu alan ise 03 Ekim 1214 yılında Sinop'u zapteden Selçuklu Sultani Izzeddin Keykavus tarafindan, ana kalenin kuzeyden güneye inen dik bir surla kesilmesi ile meydana getirilmiştir. Enine ikinci bir duvar ile iki bölüme ayrılan iç kalenin güneyde kalan kısmı 9500 m2.'lik alanı kapsamaktadır. Sinop Hapishanesi bu alanda kurulmuştur. Surlar ve kalenin yapım şekli buranın hapishane zindan olarak kullanıldığına ilişkin kanıtlar veriyor.



Hapishaneyi çevreleyen iç kale 11 adet burç ile desteklenmiştir. Burçların yükseldiği denize hakim güney beden 22 metre ve surların yüksekliği 18 metredir. 3 metre kalınlığında olan surların üzerinde iç kaleyi bir uçtan bir uca kadar gezebilme imkanı veren yollar muhafizların gezi yolu olarak kullanılmıştır.

Üzerlerinde değerli tarihi bilgiler bulunan kitabeleri ile bu gün sapa sağlam ayakta duran ve eski zindan özelliğini yitirmeyen ve bazıları kullanılabilir durumda olan Burçlar bu hali ile görülmesi gerekli kültür varlıklarımızdandır. İç kaleyi oluşturan beden ve burçların yapımında Antik devir mimarisine ışık tutacak bol miktarda mimari parçalar kullanılmıştır.



Duvar Selçuk Kitabelerinin yanında, bünyesinde taşıdığı mimari parçalar ile de bir açık hava müzesi görünümündedir.

Arkaik devrin, mabetlerinde görülen metop parçaları klasik devirden arşitrav parçaları, iyonik sütun başlıkları, sütun kaideleri duvarlara adeta teşhir edilmek üzere konulmuş parçalar gibidir.



Selçuklular zamanında tersane olarak kullanılan iç kale Osmanlılar zamanında da kullanılmış, zamanın en mükemmel harp gemileri yapılmıştır.



Kültür Bakanlığına devri yapılan tarihi cezaevinin; Sosyal Etkinlikler Alanı, Galeriler, Konferans Salonu, Tanıtım Salonu, Satış Reyonu, Kafeterya gibi fonksiyonlar kazandırılarak "Kültür Kompleksi" halinde halkın hizmetine sunulması düşünülmektedir.
 
Kayıt
20 Mart 2012
Mesajlar
151
Beğeniler
0
#7
Prof. Mahir AYDIN'ın Kaleminden Tarihî Sinop Kale Cezaevi

Dünyada, cezaevinin ünüyle anılan şehirlerin sayısı çok azdır. Ama hiçbiri, Sinop Cezaevi kadar tarihsel derinliğe sahip değildir. Bunun bir çok nedeni olsa da, kentin coğrafi konumu, bunda sanırız en önemli etken olsa gerek. Çünkü Sinop, Uygarlıklar Ülkesi Anadolu'nun "yalnız kenti"dir. Orta kuşakta bulunmasına karşın, Karadeniz'e bir "kısrak başı" gibi uzanır. Bu konum ona, özel bir güzellik katarken, aynı zamanda ideal bir Koloni Kenti de yapar. İlkçağın Koloni Kentleri üzerinde, her zaman bir sis perdesi vardır. Onların tarihsel derinliğine dair elde ettiğimiz bilgiler, çok belirgin değildir. Buna karşın, kale duvarları ile korunan, daha çok küçük yerleşim alanları olduklarını görüyoruz. Ve bu ölçekte Sinop'un, MÖ. 6.500'e kadar indiğini biliyoruz. Sinop Kalesi, günümüzden 4.000 yıl önce, bölgeye egemen olan Gaskalılar tarafından yapılmıştır. Kale, kentin konumundan dolayı önemini hiç kaybetmemiş ve hatta onu, bir Kale Kent bile yapmıştır. Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar, gerekli ilaveler yaparak, onu değerlendirmişlerdir. Ama kalenin ana plandaki boyutları, MÖ. 72'de Pontus Kralı Mithridates Eupatur döneminde şekillenmiştir.



Sinop'un Türkler tarafından alınması, 1214 yılında Anadolu Selçukluları dönemine rastlar. Sultan İzzettin Keykavus, kaleye kuzey-güney yönünde paralel bir sur ekleyerek, İç Kale'yi meydana getirmiştir. Ayrıca enine örülen bir duvar ile de, bu İç Kale ikiye bölünmüştür. Güneyde kalan ve 9.500 m²lik bu kısım, bugünkü Tarihi Sinop Cezaevi'nin kullanım alanını oluşturacaktır. Sinop Kalesi'nin bir cezaevi olarak kullanılmasına ilişkin elimizdeki en eski kayıt, 1568 tarihlidir. Bu dönemin çok sayıdaki ayaklanmalarının birinde, İbrahim ve Mehmet adlı iki suhtenin, yağmacılık suçuyla, kalede hapsedildiğini görüyoruz.



Çeşitli tarihlerde Sinop'a uğrayan gezginler, Kale'ye değinmeden geçmemişlerdir. Örneğin Evliya Çelebi, bu kenti 1640 yılında anlatırken şu gözlemlerde bulunur: "Kale düz bir yerde kurulmuş olup, iki taraftan dalgalar döver. Dikdörtgen biçimindedir. Hapishaneyi oluşturan İç Kale, 11 adet burç ile desteklenmiştir. Burçların yüksekliği 22, duvarlarınki 18 metredir. İç Kale'yi çepeçevre kuşatan duvarlar 3 metre kalınlığında olup, muhafızlar için devriye yolu özelliğindedir." Yine Evliya Çelebi, çok renkli ama biraz abartılı üslubuyla, Sinop Cezaevi'ni şöyle anlatır: "Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar." Evliya Çelebi'nin anlattıklarında gerçek payı çoktur. Deniz kenarında olduğu halde, denizi göremeyen mahkumlara Sabahattin Ali, 1933'te şöyle seslenecektir: "Görmesen bile denizi / Yukarıya çevir yüzü." Öyle ya, burada mahkumların dünyasına dışarıdan katılan yalnızca iki şey vardı: Özgürlükten uçarak gelen martılar ve bahçe duvarında kendiliğinden açan kır çiçekleri… Çünkü o dönemde, Sinop Cezaevine "girilir, ama çıkılmaz"dı. Nemden kibritin bile yanmadığı bu mekanda, mahkumlar çürümek ve ceza sürelerini tamamlayamadan ölmekle, karşı karşıya kalırlardı.



Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus, kalenin güneyine 5 adet burç yaptırmış ve her birine komutanlarının adlarını vermiştir. Bu burçlar, kale bir cezaevine dönüşmeden önce, zindan olarak kullanılmıştır. Kale burçlarının kendisi gibi kitabeleri de, günümüze kadar ulaşmıştır. Bu "eski zindan" yaklaşık 800 yıllık geçmişi ile, Anadolu'daki en eski kültürel varlıklarımızdan birini oluşturur. Tarihte çeşitli devletler, kendi mimari tarzını yükseltirken, önceki uygarlıkların işlenmiş taş malzemesini, amaçlarına uygun olarak kullanmışlardır. Bir örneğini İstanbul Beyazıt'taki Patrona Hamamı'nda gördüğümüz bu uygulama, doğaldır ve yadırganmamalıdır. Burada da, İç Kale'nin duvar ve burçlarının yapımında, Selçuklu öncesine ait uygarlıkların taş malzemesi kullanılmıştır. Üzerlerinde Grekçe ve Latince yazıların okunabildiği bu taşlar, kendi dönemlerinin önemli "tarih kayıtları" olarak karşımızda durmaktadır. Çeşitli sütun başlıkları ve kesme taşlardan oluşan bu parçalar, Selçuklu mimarisinin katkılarıyla birlikte, daha da önem kazanmaktadır.

Uzun süre tersane ve zindan olarak kullanılan İç Kale, 1887 yılında Cezaevi'ne dönüşmüştür. Bu konuda İstanbul'dan görevlendirilen Sinop Mutasarrıfı Veysel Paşa, amaca uygun olarak, önemli düzenlemeler yapmıştır. Buna göre, iki kat üzerine, kesme taştan ve sık pencereli olarak yapılan cezaevi, "U" biçiminde tasarlanmıştır. Ayrıca, mahkumlar tarafından kullanılmak amacıyla tek kubbeli bir hamam yapılmıştır. Tarihi Sinop Cezaevi'nin "konuk" listesi, her dönemde kabarık olmuştur. Konuklar arasında, 1713'te Kırım Hanı Devlet Giray'dan başlayıp, 1932'de Sabahattin Ali'ye kadar, bir çok ünlüyü sayabiliriz. Farklı milliyet ve bölgeden gelen mahkumlar nedeniyle cezaevi, deyim yerindeyse "Nuh'un Gemisi"ni andırıyordu. Buna, Sinop'ta zorunlu ikamete tabi tutulanlar dahil değildir.

Kaçmanın imkansız olduğu bu cezaevinde, geçen yüzyılın başında güzel bir uygulama başlatılmıştır. Mahkumlara el sanatları öğretilmiş ve marangozluk, kuyumculuk ve oymacılık gibi sanatlarla, üretime yöneltilmiştir. Böylece üretilen eşyalar dışarıya satıldığı gibi, mahkumlar da el emeklerinin karşılığını almıştır. Daha da önemlisi, "zaman yükü"nün ağırlığı hafifletilmiştir.



Cezaevinin girişi, geniş merdivenli ve rahat bir plana sahiptir. Sırtını batı duvarına vermiş avluya açık olan binada 28 oda vardır. Yakınında aynı yüzyıla ait taş hamam bulunmaktadır. Küçük fakat sevimli bir mimarisi olan hamam, orijinal özelliğini aynen korumaktadır. Hamamın girişinde ılıklık ve ona bitişik 5 adet kurnası bulunmaktadır. Sonradan yapılan değişimle, kurna sayısı 7'ye çıkarılmıştır. Dikdörtgen planlı ve tonoz kubbeli bir sıcaklık bölümü bulunmaktadır. Kubbenin küçük cam pencerelerinden aydınlanan, sıcaklık kısmında göbek taşı yoktur. Alt katta, zeminden aşağıya merdivenle inilen ve kesme taşlı kapısı olan külhan bulunmaktadır. Cezaevinin, duvarla ikiye ayrılan İç Kale'nin kuzeyindeki bölmede, 1939 yılında 2 katlı ve 9 koğuşlu, ikinci bir taş bina yapılmıştır. Çocuk Cezaevi olarak kullanılan bu binanın mimarisi, eskisine uygundur. Ama 1996'da "E-Tipi Kapalı Cezaevi"nin yapılmasıyla, Sinop'taki hükümlü ve tutuklular buraya taşınmıştır.

Bugün Tarihi Sinop Cezaevi, artık bir turistik gezi alandır ve geçmişte yaşadıklarından uzaktadır. Ve yüzyılların yükünü üzerinden atmak istercesine, olanlara kayıtsız. Yalnızca, hayret dolu bakışlarla, kendini tanımaya çalışan turistleri ağırlıyor. Bu haliyle, mutlu da görünüyor. Bizim bu konuda bir çabamız var. Fransa'nın Bastil Hapishanesi'nden çok daha eski olan Tarihi Sinop Cezaevi'ne, UNESCO'nun koruması altında, "Dünya Mirası" kimliği kazandırmak. Bu konuda bize katılır mısınız?
 
Kayıt
20 Mart 2012
Mesajlar
151
Beğeniler
0
#8
Bu da ayrı bir yazı..

Sinop Cezaevi


Sinop Cezaevi, Sinop Kalesi’nin güneybatı ucunda bulunan İç Kale’de bulunuyordu.




Sinop Kalesi’nin ne zaman kurulduğu kesin olmamakla beraber MÖ.72 yılında Pontus Kralı IV. Mithridates tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Bizanslıların yaptırdığı konusunda bazı kaynaklarda belirtilmiş ise de kale içerisindeki kitabeler kalenin İsfendiyaroğulları ve Osmanlılar zamanında onarıldığını göstermektedir.

Sinop’u 1214 yılında ele geçiren Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus kaleyi kuzeyden güneye inen dik surla kestirmiştir. Böylece İç Kale enine bir surla ikiye bölünmüştür. Burada 9.500 m2 lik bir alan meydana gelmiş bu yerde Sinop Hapishanesi kurulmuştur.

II. Meşrutiyetin kurulmasından sonra Sinop Cezaevine siyasi mahkûmlar getirilmiştir. Cumhuriyet döneminde de hapishane olarak kullanılmış ve bu durum 1997 yılına kadar sürmüştür. Hapishanede Türkiye’de ilk kez bir uygulama yapılmış, mahkûmların birer sanata yönelmesi için çalışılmıştır. Bunun için içeride atölyeler kurulmuştur. Mahkûmların yaptığı küçük sanat eserlerinin satılması ile de onlara maddi olanaklar sağlanmıştır.

Sinop cezaevinin bir özelliği de birçok fikir suçlusu ve yazarın burada mahkûm olarak bulunmasıdır.

Sonraki dönemlerde Bölge Kapalı Cezaevi ve Çocuk Islah Evi olan kale ve buradaki cezaevi yapısı ile Askerlik Şubesinin boşaltılmasından sonra 1999’da Kültür Bakanlığı’na tahsis edilmiştir. Kültür Bakanlığı’nın yapmış olduğu restorasyon çalışmalarından sonra kale Kültür Merkezine dönüştürülmüştür. Günümüzde Kültür Kompleksi olan kalede sosyal etkinlikler alanı düzenlenmiş, galeriler, Konferans Salonu, Tanıtım Salonu, Satış Reyonu, Kafeterya gibi kültürel mekânlar yapılmıştır.

Sinop Cezaevinde, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi Kuran, Refi Cevat Ulunay, Hüseyin Hilmi, Burhan Felek, Osman Celal Kaygılı, Celal Zühtü Benneci, Sabahattin Ali ve Necip Fazıl Kısakürek, Kerim Korcan, Osman Deniz, Zekeriya Sertel hapis ve sürgün olarak kalmışlardır.




Necip Fazıl Kısakürek’in burada kaldığı süre içerisinde Zindandan Mehmet’e Mektup isimli şiirini yazmıştır:

Zindan iki hece. Mehmed'im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı?.. Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!

Bir alem ki, gökler boru içinde.
Akıl almazların zoru içinde
Üstüste sorular soru içinde.
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler, bugün "maruzat"!
Çatık kaş... Hükümet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekun içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yönünde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan, sen seccadem!

Çaycı getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydan
Karıştır çayını zaman erisin
Köpük köpük, duman duman erisin!
Peykeler, duvara mıhlı peykeler
Duvarda, başlardan yağlı lekeler
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar yolumu biçtin
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar
Tek nokta seçemez dünyada nazar
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir.
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük daracık;
Dünyaya kapalı, Allah'a açık

Dua, dua eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu
Ana rahmi zahir, şu bizim koğuş
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım; Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.

Sabahattin Ali de Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kaldığı sürede Aldırma Gönül isimli şiirini burada yazmıştır. Bu şiir daha sonra Edip Akbayram tarafından şarkı olarak seslendirilmiştir.



Aldırma Gönül
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma

Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allaha
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül, aldırma.
 
Kayıt
20 Mart 2012
Mesajlar
151
Beğeniler
0
#10
Tarihi Sinop Cezaevi'ndeyim

Parmaklıklar Ardında adlı televizyon dizisiyle tekrar gündeme gelen cezaevi Sinop’a gelenlerin uğrak noktası olmuş. 2 YTL’lik giriş ücretimizi ödeyip cezaevine adım atıyoruz. Tarihi bir ambulansla karşılaşıyoruz. Birkaç yazıyı okurken “Rehberlik hizmeti almak isteyenler burada toplansın!” diyen genç bir görevli dikkatimizi çekiyor. Arkasına takılıyoruz. Boynuna astığı kimliğinde “Sinop İl Kültür Turizm Müdürlüğü Enformasyon Memuru” yazıyor. 4 kişiden başka kimse yanına gelmeyince “buyurun bari gidelim” diyor ve başlıyor bilgi vermeye
Cezaevi 06 Aralık 1997 tarihinde boşaltılmış ve 02 Ağustos 1999 tarihinde Kültür Bakanlığı'na tahsis edilmiştir. Sinop Kaleleri ilk defa M.Ö. 2000'de yaşayan yerli kavim Gaşkalılar zamanında kurulmuş, Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklular ve Osmanlılar devrinde büyütülerek onarılmıştır. İç Kale adi verilen hapishanenin bulunduğu alan ise 03 Ekim 1214 yılında Sinop'u zapteden Selçuklu Sultani İzzeddin Keykavus tarafından, ana kalenin kuzeyden güneye inen dik bir surla kesilmesi ile meydana getirilmiştir. Enine ikinci bir duvar ile iki bölüme ayrılan iç kalenin güneyde kalan kısmı 9500 m²'lik alanı kapsamaktadır. Sinop Hapishanesi bu alanda kurulmuştur. Surlar ve kalenin yapım şekli buranın hapishane zindan olarak kullanıldığına ilişkin kanıtlar veriyor.
Hapishaneyi çevreleyen iç kale 11 adet burç ile desteklenmiştir. Burçların yükseldiği denize hâkim güney beden 22 metre ve surların yüksekliği 18 metredir. 3 metre kalınlığında olan surların üzerinde iç kaleyi bir uçtan bir uca kadar gezebilme imkânı veren yollar muhafızların gezi yolu olarak kullanılmıştır.
Selçuklular zamanında tersane olarak kullanılan iç kale Osmanlılar zamanında da kullanılmış, zamanın en mükemmel harp gemileri yapılmıştır.”
ALDIRMA GÖNÜL
Meraklı bakışlar altında 2.kısma gidiyoruz. İkinci kısımda merak edilen çok önemli bir koğuş var. Sebahattin Ali’nin koğuşu…
26 Aralık 1932–29 Ekim 1933 yılları arasında önce Konya, sonra Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kalan Sebahattin Ali bu cezaevinde meşhur “Aldırma Gönül” şarkısını yazmış.
“Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allaha
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma”
Dizelerinde “Bir sitem yolla Allah’a” kısmının aslında “Bir küfür yolla Allah’a” olarak yazdığı ve bu sebepten ötürü de dayak yiyip cezasının arttığı da söylenenler arasında.
Rehberimiz bizi en ürkütücü yerlerden biri olan özel hücrelere götürüyor. Tek kişilik özel hücrelerde bir adet tuvalet deliği ve sadece oturabilinecek kadar bir mesafe var. Yanyana 3 ve karşılıklı 2’şer olmak üzere toplam 6 adet hücrenin olduğu bu kısım en ürpertici duyguları hissettiriyor. Hemen hücrelerin dışında olan cezaevi duvarının ardında deniz var. Deniz dalgalı olduğunda tuvalet deliklerinden hücreye su girer, diz kapağı seviyesinde su birikirmiş. Bu birikintilerde fareler cirit atarmış. Hücre cezası alan mahkûmlara sadece kuru ekmek verildiğinden, farelerden korunmak için bu bir parçalık ekmek farelerle paylaşılırmış.

TAM ANLAMIYLA MEZBELELİK!
Dizi için kullanılan cezaevinin en çağdaş kısımda müdür, psikolog odalarına şöyle bir baktıktan sonra, tarihi bir hurda olarak cezaevinin tam ortasında duran “Cezaevi nakil aracı” ile karşılaşıyoruz.
Çocuk mahkûmların kaldığı kısımda tam anlamıyla içler acısı. 3’er katlı ranzalarla bir koğuşta 60 ile 75 mahkûm kalıyormuş. Tuvalet, banyo olarak kullanılan kısımlarda tam anlamıyla rezalet. O günlerden bu yana bu pisliklerin burada kalamayacağı açıkken sanırım bu pisliğin kaynağı ziyaretçiler!
“Hatasız insan yoktur, insan hatasını kabul ve tamir etmekle ölçülür!”Einstein’ın sözü duvarda yerini bulmuş. Bir başka duvarda “Özgürlüğü elinden alınan vatan çocuklarının, cezası bittiği zaman topluma yararlı olacak kimseler halinde yetiştirilmesi lazımdır” M. Kemal Atatürk.
Suç işlemeye mehili olan kimseleri buraya getirip gezdirseler eminim suç işlemeyi düşünmezler. Bazı bölümleri gezerken resmen içim parçalandı ve geçmiş gözümde canlandı.
Bu etkileyici mekânı tam anlamıyla gezdikten sonra Sinop şehir merkezinden çıkıp geceyi geçirmek üzere Gerze yollarına düşüyoruz.
>Bir sonraki Durak: Gerze/Sinop! (Blog Yazısıdır)
 
Kayıt
20 Mart 2012
Mesajlar
151
Beğeniler
0
#11
Dünyada, cezaevinin ünüyle anılan şehirlerin sayısı çok azdır. Ama hiçbiri, Sinop Cezaevi kadar tarihsel derinliğe sahip değildir. Bunun bir çok nedeni olsa da, kentin coğrafi konumu, bunda sanırız en önemli etken olsa gerek. Çünkü Sinop, Uygarlıklar Ülkesi Anadolu'nun "yalnız kenti"dir. Orta kuşakta bulunmasına karşın, Karadeniz'e bir "kısrak başı" gibi uzanır. Bu konum ona, özel bir güzellik katarken, aynı zamanda ideal bir Koloni Kenti de yapar. İlkçağın Koloni Kentleri üzerinde, her zaman bir sis perdesi vardır. Onların tarihsel derinliğine dair elde ettiğimiz bilgiler, çok belirgin değildir. Buna karşın, kale duvarları ile korunan, daha çok küçük yerleşim alanları olduklarını görüyoruz. Ve bu ölçekte Sinop'un, MÖ. 6.500'e kadar indiğini biliyoruz. Sinop Kalesi, günümüzden 4.000 yıl önce, bölgeye egemen olan Gaskalılar tarafından yapılmıştır. Kale, kentin konumundan dolayı önemini hiç kaybetmemiş ve hatta onu, bir Kale Kent bile yapmıştır. Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar, gerekli ilaveler yaparak, onu değerlendirmişlerdir. Ama kalenin ana plandaki boyutları, MÖ. 72'de Pontus Kralı Mithridates Eupatur döneminde şekillenmiştir.



Sinop'un Türkler tarafından alınması, 1214 yılında Anadolu Selçukluları dönemine rastlar. Sultan İzzettin Keykavus, kaleye kuzey-güney yönünde paralel bir sur ekleyerek, İç Kale'yi meydana getirmiştir. Ayrıca enine örülen bir duvar ile de, bu İç Kale ikiye bölünmüştür. Güneyde kalan ve 9.500 m²lik bu kısım, bugünkü Tarihi Sinop Cezaevi'nin kullanım alanını oluşturacaktır. Sinop Kalesi'nin bir cezaevi olarak kullanılmasına ilişkin elimizdeki en eski kayıt, 1568 tarihlidir. Bu dönemin çok sayıdaki ayaklanmalarının birinde, İbrahim ve Mehmet adlı iki suhtenin, yağmacılık suçuyla, kalede hapsedildiğini görüyoruz.
Çeşitli arihlerde Sinop'a uğrayan gezginler, Kale'ye değinmeden geçmemişlerdir.



Örneğin Evliya Çelebi, bu kenti 1640 yılında anlatırken şu gözlemlerde bulunur: "Kale düz bir yerde kurulmuş olup, iki taraftan dalgalar döver. Dikdörtgen biçimindedir. Hapishaneyi oluşturan İç Kale, 11 adet burç ile desteklenmiştir. Burçların yüksekliği 22, duvarlarınki 18 metredir. İç Kale'yi çepeçevre kuşatan duvarlar 3 metre kalınlığında olup, muhafızlar için devriye yolu özelliğindedir." Yine Evliya Çelebi, çok renkli ama biraz abartılı üslubuyla, Sinop Cezaevi'ni şöyle anlatır: "Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır.
Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar." Evliya Çelebi'nin anlattıklarında gerçek payı çoktur. Deniz kenarında olduğu halde, denizi göremeyen mahkumlara Sabahattin Ali, 1933'te şöyle seslenecektir: "Görmesen bile denizi / Yukarıya çevir yüzü." Öyle ya, burada mahkumların dünyasına dışarıdan katılan yalnızca iki şey vardı: Özgürlükten uçarak gelen martılar ve bahçe duvarında kendiliğinden açan kır çiçekleri… Çünkü o dönemde, Sinop Cezaevine "girilir, ama çıkılmaz"dı. Nemden kibritin bile yanmadığı bu mekanda, mahkumlar çürümek ve ceza sürelerini tamamlayamadan ölmekle, karşı karşıya kalırlardı.



Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus, kalenin güneyine 5 adet burç yaptırmış ve her birine komutanlarının adlarını vermiştir. Bu burçlar, kale bir cezaevine dönüşmeden önce, zindan olarak kullanılmıştır. Kale burçlarının kendisi gibi kitabeleri de, günümüze kadar ulaşmıştır. Bu "eski zindan" yaklaşık 800 yıllık geçmişi ile, Anadolu'daki en eski kültürel varlıklarımızdan birini oluşturur. Tarihte çeşitli devletler, kendi mimari tarzını yükseltirken, önceki uygarlıkların işlenmiş taş malzemesini, amaçlarına uygun olarak kullanmışlardır. Bir örneğini İstanbul Beyazıt'taki Patrona Hamamı'nda gördüğümüz bu uygulama, doğaldır ve yadırganmamalıdır. Burada da, İç Kale'nin duvar ve burçlarının yapımında, Selçuklu öncesine ait uygarlıkların taş malzemesi kullanılmıştır. Üzerlerinde Grekçe ve Latince yazıların okunabildiği bu taşlar, kendi dönemlerinin önemli "tarih kayıtları" olarak karşımızda durmaktadır. Çeşitli sütun başlıkları ve kesme taşlardan oluşan bu parçalar, Selçuklu mimarisinin katkılarıyla birlikte, daha da önem kazanmaktadır.



Uzun süre tersane ve zindan olarak kullanılan İç Kale, 1887 yılında Cezaevi'ne dönüşmüştür. Bu konuda İstanbul'dan görevlendirilen Sinop Mutasarrıfı Veysel Paşa, amaca uygun olarak, önemli düzenlemeler yapmıştır. Buna göre, iki kat üzerine, kesme taştan ve sık pencereli olarak yapılan cezaevi, "U" biçiminde tasarlanmıştır. Ayrıca, mahkumlar tarafından kullanılmak amacıyla tek kubbeli bir hamam yapılmıştır. Tarihi Sinop Cezaevi'nin "konuk" listesi, her dönemde kabarık olmuştur. Konuklar arasında, 1713'te Kırım Hanı Devlet Giray'dan başlayıp, 1932'de Sabahattin Ali'ye kadar, bir çok ünlüyü sayabiliriz. Farklı milliyet ve bölgeden gelen mahkumlar nedeniyle cezaevi, deyim yerindeyse "Nuh'un Gemisi"ni andırıyordu. Buna, Sinop'ta zorunlu ikamete tabi tutulanlar dahil değildir.
Kaçmanın imkansız olduğu bu cezaevinde, geçen yüzyılın başında güzel bir uygulama başlatılmıştır. Mahkumlara el sanatları öğretilmiş ve marangozluk, kuyumculuk ve oymacılık gibi sanatlarla, üretime yöneltilmiştir. Böylece üretilen eşyalar dışarıya satıldığı gibi, mahkumlar da el emeklerinin karşılığını almıştır. Daha da önemlisi, "zaman yükü"nün ağırlığı hafifletilmiştir.



Cezaevinin girişi, geniş merdivenli ve rahat bir plana sahiptir. Sırtını batı duvarına vermiş avluya açık olan binada 28 oda vardır. Yakınında aynı yüzyıla ait taş hamam bulunmaktadır. Küçük fakat sevimli bir mimarisi olan hamam, orijinal özelliğini aynen korumaktadır. Hamamın girişinde ılıklık ve ona bitişik 5 adet kurnası bulunmaktadır. Sonradan yapılan değişimle, kurna sayısı 7'ye çıkarılmıştır. Dikdörtgen planlı ve tonoz kubbeli bir sıcaklık bölümü bulunmaktadır. Kubbenin küçük cam pencerelerinden aydınlanan, sıcaklık kısmında göbek taşı yoktur. Alt katta, zeminden aşağıya merdivenle inilen ve kesme taşlı kapısı olan külhan bulunmaktadır. Cezaevinin, duvarla ikiye ayrılan İç Kale'nin kuzeyindeki bölmede, 1939 yılında 2 katlı ve 9 koğuşlu, ikinci bir taş bina yapılmıştır. Çocuk Cezaevi olarak kullanılan bu binanın mimarisi, eskisine uygundur. Ama 1996'da "E-Tipi Kapalı Cezaevi"nin yapılmasıyla, Sinop'taki hükümlü ve tutuklular buraya taşınmıştır.



Bugün Tarihi Sinop Cezaevi, artık bir turistik gezi alandır ve geçmişte yaşadıklarından uzaktadır. Ve yüzyılların yükünü üzerinden atmak istercesine, olanlara kayıtsız. Yalnızca, hayret dolu bakışlarla, kendini tanımaya çalışan turistleri ağırlıyor. Bu haliyle, mutlu da görünüyor.
 
Kayıt
20 Mart 2012
Mesajlar
151
Beğeniler
0
#12
Bu arada ; müze olmadan önceki son ikmlerden biri; , halamın kocasıydı ;) O yüzden buranın ayrı bir özelliği var bende :) Hep onun anlattığı hikayeleri dinlerdim küçükken :)
 
Kayıt
20 Mart 2012
Mesajlar
151
Beğeniler
0
#13
Sinan Vargı : Ağır Hüznün Mekanı : Sinop Cezaevi



Camı delivermişler bir iki santim, dışarıdaki sarmaşık çiçekten bir dal almışlar parmaklıklar ile tel kafes telinin arasından geçirdikleri ipliğe sardırarak. Bulaşık yıkadıkları evyenin üzerine çiviye dolayıvermişler öylesine. Kadın ruhunun güzelliğini koğuşlarına yansıtmak için. Duvarlarından hala suların damladığı kırk elli kişilik koğuşun iki tuvaleti var. Kadınlar koğuşunun havalandırma bahçesi on iki metrelik duvarların ortasında üç’e yedi metre uzunluğunda bir yer. Güneşi az gördüğü için kadın mahkumların rutubetli elbiselerini kurutmaları bile mümkün değil. Onları erkek mahkumlardan ayıran kalın duvarlar şair Sabahattin Ali’nin bilemediği bir gerçeği gizliyor. Onların gökyüzünde güneş yok.. Ne kadar görmek isteseler de güneşi kocalarını veya adamlarını, kardeşlerini öldürdükleri için hapiste bile ayrı cezalılar.



Sobalar yazın bile yanarmış kadınlar koğuşunda, çürüyen borulardan çıkan is rutubetle birleşip aşağıya yağarmış. Kimselere duyurmadan ömür çürütmüşler burada, katil Ayşeler, hırsız Fatmalar veya kan davasını kendileri çözenler. İçerde kadınlar yok artık, kim bilir kaçı burada öldü, kim bilir kaçı dışarı çıkabildi.



Sinop Cezaevi burası, umudun bittiği yer olmasına rağmen özgürlük tutkusunun edebiyata şiire yön verdiği yer.




O devirde buraya girildiğini ama dışarı çıkılmadığını Samsun 19 Mayıs Üniversitesinin eski bir rektörünün yazısından veya itirafından anlıyoruz. Şöyle diyor eski rektör ; “Çünkü o dönemde, Sinop Cezaevine girilir, ama çıkılmazdı. Nemden kibritin bile yanmadığı bu mekanda, mahkumlar çürümek ve ceza sürelerini tamamlayamadan ölmekle, karşı karşıya kalırlardı.”



Bir başka koğuş kapısı. 26.koğuşun. Kapıda tebeşirle yazılmış bir liste. “Mevcut, Bıçak Jilet, tığ, tez” şu kadar kayıtlı. Bir başka koğuş. Duvarlarında sanki biraz önce Allah kurtarsın sizi de deyip gitmiş veya iyi adamdı rahmetli diye uğurlanmış mahkumların kafa izleri duruyor. Kale duvarlarında kuşların ayağı ile gelen tohumlardan çıkmış yeşil bitkiler çiçek açmış. Demir pencere duvarlarından çıkan çiçekler 30 yılını geçiren mahkumların gördüğü tek yeşillik gri ve siyahın taş ve demirin arasındaki tek güzellik.




Kale günümüzden dört bin yıl önce yapılmış. Ama hapishane olarak kullanımı 1568 yılından itibaren 1999 yılında Kültür Bakanlığına devrine kadar sürmüş. Binlerce mahkum, binlerce idamlığın gelip geçtiği bu mekan artık bir müze.



Bir başka koridor bir başka hücre, üçü dördü bir arada görebildikleri bir şey yok duvardan başka. Şansı olan bir metre kadar bir pencerede kalın örgü telin arasından dışarıdan geçeni görebiliyor. Burası da hücrelerin kapısı… Bir başka zindan, yalnızca hela taşı ve ibrik var, on santim yüksekliğinde bir beton yatak, duvarların diplerinde akan rutubetin tahliyesi için açıldığı oluklar… Sabunluk buranın adı… Azılıların ceza yeri. Buraya giren üç yada dört gün içinde rutubetten yumuşacık bembeyaz sabun gibi çıktığı için adı sabunluk.



Evliya Çelebi, bu kenti 1640 yılında anlatırken şunları yazmış. "Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar."




Dışarı çıkıyorum, küçük bir çocuk “Abi Pala burada size bilgi versin eski gardiyan” diye yolu kesiyor. Pala eski gardiyan, aynen Evliya Çelebinin anlattığı gibi pala bıyıklı bir adam. Öylesine ezberlemiş ki anlattıklarını öylesine motor gibi ki insanlar soru sormadan dinliyor. Mahkum önce buraya gelir şurada sıraya girer orda bir hoş geldin dayağı yerdi. Turistler pala ile resim çektirme muhabbeti bitip otobüsler gidince, Pala kendisini içeriye almadıklarını rehberlik yapamadığını anlattı.



Pala niye kadınlar koğuşu öyle, rutubetin içinde güneşi az gören bir yer.. “Onların çoğu koca katili diye oraya vermişler, erkek zihniyeti işte”, “Pekiyi kaçan oldu mu hiç” diyorum anlatıyor. Ama anlattığı ne derece doğru bilinmez.



“ Bir idamlık vardı, kanalizasyondan kaçtı, yüzüp yüzüp karaya çıkmış, acıkmış bir eve girmiş ekmek istemek için, ama evin izinden gelen polis oğlu, bunu yakalayıp yine cezaevine geri getirdi. Kaçtığı için yeniden yargılandı. Yargılanırken af çıktı, adam idamdan yırttı, kaçmasaydı idam edilecekti. Biz sonra onun kaçtığı deliğe demirle ördük, bir daha kaçan olmasın diye. Ama sonra biri eksik çıktı. Aradık baktık ki. Demir ördüğümüz yerde boğulmuş kalmış kanalizasyonun içinde”




Pala “müze olduktan sonra hiç geri gelen oldu mu, tahliye olanlardan” diye soruyorum… Dalıyor gözleri bakıyor siyah siyah..



“ Geldiler iki kişiydiler, 75-80 yaşlarında. Birbirlerine yaslanarak titreyen ayakları ve bastonları ile korka korka girdiler avlu kapısından. Onlar beni tanıdı ama ben onları çıkartamadım. Koğuşlarına gidince ikisi de ağladı. Kolay değil 30 yıl burada sağ kalabilmek, ekmeğini suyunu paylaştığın insanları hatırlamak ve burada geçen yıllara birden geri dönmek.”




Sinop cezaevine her gittiğimde bu sefer hüzünlenecek değişik bir şey yok artık diyorum. Tur rehberlerinden ayrılıp girilmeyen odalara giriyorum. İkinci kattaki koğuşlar rutubetten nasibini daha az alan yerler duvarları kuru. Çay ocakları var dışarıda.. O bölüme girerken üst kirişe yazılmış bir yazı dikkatimi çekiyor. “Kan Kanla değil, Su ile Yıkanır, Öç Almanın Sonu Yoktur”. Sözü söylenin adını mahkumlar anlasın diye okunduğu gibi yazmışlar, William Şhekspir diye. İlk gittiğimde kadınlar koğuşunda camdan uzatılan sarmaşık çiçeklerini görmüştüm, ikinci gittiğimde yalnızca ipi kalmıştı. Son gittiğimde ip çivilerinden sökülmüş aşağı düşmüştü, yeniden yerine bağladım. Fotoğrafçı olarak o ipe ve orda yatan kadınlara karşı bir sorumluluğum niye var onu da merak ediyorum.



26 Koğuşun kapısındaki jilet tığ tez yazan yoklama tahtası yok artık, biri koparıp gitmiş diyor rehberlik eden bakanlık görevlisi. Mahkumların denklerini astıkları tahta askılar yerlere düşmüş, ağır demir kapılar çürümüş. Özelliğini ve ince detaylarını yavaş yavaş yitiriyor cezaevi.




Sinop Cezaevinde binlerce insan yıllarını geçirdi, cezasını çekti. Duvarlardan akan nemle çürüdüler yavaş yavaş, kimi avluda asıldı, kimi yatağında göçtü gitti. Her koğuşun içinde binlerce öykü gizli. Her hücrenin binlerce tutuklusunun sarı kirli duvarlarına işlemiş hüznü var



Koca kale, koca taşlar bu hüznü hala içine sindiremiyor. Suç ve ceza adına insanın insana ettiği eziyete şahit oldukları için hala ağlıyorlar..



Gittiğinizde göreceğiniz bu ağır hüzündür işte.
 
Yukarı Alt