Duyarlıkapı'dan gelenler...

Kayıt
24 Ocak 2012
Mesajlar
587
Beğeniler
0
#1
Bu Kaçıncı Yumruk !



Erzurum Hüseyin Turgut Eğitim Merkezi’nde, memuriyete yeni başlayan sözleşmeli infaz ve koruma memurlarına ders vermekle görevlendirilmiştim. Yeri gelmişken, ceza infaz kurumlarından oraya ders vermek için giden biz geçici öğretim görevlilerine ellerinden gelen her türlü desteği veren tüm Eğitim Merkezi personeline candan teşekkürlerimi burada iletmeliyim. Artık gidemiyorum. Çünkü çalıştığım kurumda işler çok yoğun. Ama benim yüreğimin yarısı hala orada atar durur.



Eğitime çok önem veriyorum. Öğretmenlik mesleğine büyük saygım var ve öğrencilerim bilirler, “müdürüm” değil, “hocam” demelerini istedim hep onlardan. Şimdi görüştüklerimden de öyle hitap etmelerini istiyorum. Tercih meselesi!



Ondan ismiyle bahsetmeyeceğim. Sınıfımızla, onun izniyle paylaşmıştım anlattıklarını. Yine sadece o sınıftaki öğrencilerim anlayacaklar kim olduğunu, bu yazıyı okurlarsa. İsim önemli değil bizler için, o adın bizi götürdüğü anlam önemli. Geldi yanıma oturdu, ders arası çayımızı içerken. Mesleğe alışıp alışmadığını sordum. Zor muydu, zil sesini duyunca koğuşa gitmek, kavgaları ayırmak, kan görmek, bazen intihar edenin son anlarına şahit olmak?



Köyde büyümüş. Köylerinin çöp kamyonu varmış ama, kamyonda çöp konteynırlarını otomatik kaldırıp boşaltma düzeneği olmadığından, o işte çalışırken, iki kişi kas gücüyle kaldırırlarmış ağır metal kovaları. Ayrıca odun taşıma işinde de çalışmış. Bedeni de zayıf ve güçsüz olduğundan, ağır kalasları taşırken görünce, annesi çok üzülür, hayıflanırmış. Bir ara da taş kırma işinde çalışmış. Öyle çok yorulurmuş ki taş kırarken.



Benim soruma karşılık, annesine verdiği yanıtı anlattı. Aramış onu annesi, memuriyetin nasıl gittiğini sormak için. Benimle aynı soruyu sormuş: “Nasıl oğul, kolay mı mesleğin, memnun musun?”. Ona verdiği cevabı söyleyince bana, boğazıma bir yumruk oturdu. Çayımı yudumlayamadım artık. Gözlerim dolduğundan, yüzüne de bakamadım. Şimdi bu yazıyı yazarken bile beni hislendiren cevabı şöyleydi:



“Hani ben köyde taş kırardım ya ana. O iş çok zordu. Her yerim ağrırdı çalışırken, belim, boynum, kollarım, sırtım. Hani bazen de dinlenirdik ya, ağrılarım o istirahatlerde bile dinmezdi. İşte o dinlenmeler bile, bu işten daha zordu ana. Bu iş çok kolay”.



Göreve Kayseri’de başladım. Birinci müdürüm Suat Bey’di. Allah rahmet eylesin. Mesleğimin maden mühendisliği olduğunu öğrenince dedi ki bana: “Ne işin var burada? Şimdi iş bulsam ben çeker giderim”. Sonra da cezaevinde yemek yiyip yemediğimi sordu. Yemiştim. “Tamam” dedi, “sen buralısın artık, buranın yemeğini yiyen bir daha ayrılamaz”. Şimdilik haklı. On iki yıldır çalışıyorum. Ama mesleğe bahsettiğim öğrencim kadar ısınamadım. Onun kadar mutlu olamadım. Onun gibi hep tebessümle bakamadım hayata.



Üniversiteyi uzattığım sene, ilköğretim okulunda İngilizce dersleri vermiştim. Halkı dargelirli bir mahallenin okuluydu. Öğretmenler Günü yaklaşıyordu ve onlar bana sevdiğim rengi sormaya başladılar. Kimisi gömlek almaya niyetliydi belki, kimisi kravat. Uyardım onları, tek çeşit hediye kabul edeceğimi söyledim. Ömür boyu saklayacağım, kendi cümleleriyle doldurdukları kartpostallar. Buna hepsinin maddi gücünün yeteceğini düşünmüştüm. Hepsi getirdi, yazdıklarını saklıyorum ama… Evet, ama… Kartpostal bile alamamıştı çoğu. Ya düğün davetiyelerine yazmışlardı kutlama cümlelerini, ya da onların ailelerine başkalarının yolladığı eski ve üzeri zaten yazılı kartlara beyaz kağıt yapıştırmış, benim için yeni bir kartpostal oluşturmuşlardı. Ve işte o zaman da aynı yumruk oturmuştu boğazıma.



Bazen ne söyleyeceğimi, ne yazacağımı, ne düşüneceğimi bilemiyorum. “Müdürüm” başlıklı yazıma yapılan yorumların hepsi çok güzel ama, Kocaeli’nden İsmail Bey yazınca, “Çok az şeyle de mutlu olan insanlarız, çok duygulandım, ben elli yaşındayım”…



Aynı yumruk, aynı yumruk…



Bu kaçıncı yumruk!



Gelin, biz yine çok az şeyle de mutlu olalım. Dinlenmeleri bile bizimkinden daha zor işler varken… Bir yerlerde çocuklar uhuyla beyaz kağıtları eski kartpostallara yapıştırırken…



Konuşalım. Hakkımızı arayalım. Ama mutluluğumuzu hiç kaybetmeden…
 
Yukarı Alt